Pazartesi, Aralık 26, 2005

Yenibir.com RSS ile çok büyür

Evet bu kadar açık söylüyorum. İlerleyen aylarda Kariyer.net tarafından bir atak gelmezse Yenibir.com İK alanında öne geçecektir. Neden mi? Çünkü...

1) Kariyer.net (en azından benim bildiğim) 2 yıldır kendisini web ortamında yenilemedi. Yenibir.com'un 2 büyük site güncellemesine tanık oldum.
2) Yenibir.com, Hürriyet gazetesi başta olmak üzere geniş ölçekli bir reklam kampanyasına başlamış gibi görünüyor ve bana kalırsa Kariyer.net hala mevcut müşterilerine ve bilinirliğine güveniyor.
3) Ve aslında 1. ve 2. maddeleri bir tarafa bırakın, Yenibir.com RSS desteği ile iş ilanlarını ve yazılarını paylaşıma açtı. Çok yakında birçok sitede Yenibir.com'un ilanlarına ve yazılarına yayınlanıyor olacağına ve bu sayede çok sayıda kullanıcıya ulaşılacağına inanıyorum. Haliyle bu yenilikçi tavrı sayesinde sahip olacağı kitle iş verenlere cazip gelecek ve Kariyer.net'ten bir atak gelmezse birkaç ay içinde Yenibir.com ülkemizdeki en çok ziyaret edilen insan kaynakları sitelerinden birisi olacaktır.

Hep birlikte görelim RSS başta olmak üzere Web 2.o'ın nimetleri başka kimleri değişime ve başarıya taşıyacak.

Sonunda biraz kıpırdanma var galiba, birşeyler oluyor di mi? Ne dersiniz?

Doritos Alaturca mı Anti-Tombala mı?

Bugün sabah ve akşam PowerFM'de arka arkaya aynı reklamı dinledim. Doritos'un düzenleyeceği bir yeni yıl partisinin reklamıydı.

Klasik yeni yıl kutlaması yerine Doritos partisine gitmeyi anlatan reklamda, anti-tombala, anti-hindi, anti-dansöz kelimeleri konsepte uygun olarak kullanılmış. Bence reklam güzel ama ne oldu Doritos Alaturca'ya?

Doritos imajını gençleştirirken, Alaturca'yı biraz törpülediler gibi geldi.

Acaba Doritos, Alaturca ürününden beklediğini bulamadı ve imaj yenileme yoluna mı gitti?

Google'ı tahtından kim indirir?

Om Malik, benimde üzerinde saatlerce düşündüğüm ve son zamanlarda fırsatlar doğacağını söyleyip durduğum bir konuya parmak basmış. People vs Google...!

Yazılarımı takip eden arkadaşlar bilecektir, Web 2.0'da insan faktörünün ön planda olduğunu birçok kereler sizlerle paylaşmıştım ve bunun uzun vadede büyük değişimler yaratacağını vurgulamaya çalışmıştım.

Seth Godin, "Search is hard" isimli yazısında, Om'un yazısıyla da bağdaştırabileceğimiz gibi, yine bu konuya değinmiş.

Sizce Google'da arama yapmak ve gerçekten aradığını bulmak ne kadar kolay (daha doğrusu kabul edilebilir)? İlgilendiğim ve arama yaptığım konuda daha önceden tecrübesi olan kişilere danışsam çok daha hızlı geri dönüşler almaz mıyım?

Şimdi kısa bir ön bilgi;
PageRank mantığına göre ilgili anahtar kelimeye verilen linklere göre bir sitenin PR'ı artar (tabi bu kadar genel değil) ve bu sayede arama sonuçlarında sitelerin Google'da kaçıncı sırada çıkacakları belirlenir. (birçoğunuz bunu zaten biliyorsunuzdur)

Gelelim konumuza;
Web 2.0'ın temel taşları paylaşım, özelleştirilebilirlik ve güven olarak sıralanabilirse, bunların çalışma prensibi birçok platformda TAG'lerle oluşturulmuşsa (örnek: Wink), o halde Google arama altyapısını ve PR'ı sorgulamak gerekir mi? Kesinlikle hayır! Niye sorgulayacaksınız ki? Az laf çok iş...! (bkz: Yahoo My Web 2.0 BETA)

16 Mbit ADSL, ayda 39.98 EURO...!

AOL, Almanya'da 16 Mbit için aylık €39.98 ücretle ADSL2+ servisini sunmaya başlamış.

Aklıma ne geldi biliyor musunuz? Bu aralar TMSF'nin elinde satılmak üzere bekleyen hiç ISS (Internet Servis Sağlayıcı) yok mu acaba? Hazır Telsim sayesinde Vadofone gelmişken acaba bir şekilde AOL'i de bizden biri yapamaz mıyız? Çünkü başka türlü olacak gibi değil...!

Salı, Aralık 20, 2005

Dijital dünya ile randevuna geç kalma!

Rich Karlgaard tarafından yayınlanan verilere birlikte bakalım.

2005 yılında dünya çapında toplam 22 milyon blog bulunuyor, ve bu rakamın 2010'da 1 milyar olacağı düşünülüyor.

Skype, eBay tarafından satın alınmadan önce 60 milyon kullanıcı bulunuyormuş. Tahmin edin bu sayı satın almadan sonra nerelere yükselecek.

Tivo ve benzeri cihazlar, 2005 yılında Amerika'da ev kullanıcılarının 3%'ü tarafından kullanılır durumda, bu rakam 2010'da 70% olarak öngörülüyor.

Gelelim bana göre en önemli olan bilgiye. Tivo ve benzeri cihazları kullanan kullanıcıların 79%'u TV'de yayınlanan reklamları geçiyormuş. Yani kısacası Amerika'daki bu sözünü ettiğimiz 3%'ün, 79%'u TV reklamlarını seyretmiyor. 2010'da bu 3%, 70% olduğunda TV reklamlarının izlenirliği acaba kimi tatmin edecek?

Henüz ülkemizde Tivo ve benzeri cihazların kullanımı başlamadı, ancak bu durumdayken bile öngörüler ve veriler ışığında bir vizyon oluşturabiliriz.

Ben bu durumu ülkemizde pazarlama dünyasının geleceği, daha da ötesi iş yapış şekilleri açısından çalışılması gerekir diye görüyorum.

Internet'in yarattığı değişimi örnekleriyle özümleyebildiğimiz için şanslıyız, ama yeni modeller anlamında hala etkili çalışmalar içinde bulunmadığımız için trene herzamanki gibi koşmak zorunda kalacağımız ortada.

Neden bir kere olsun randevularımıza zamanında gidemiyoruz?

Pazar, Aralık 18, 2005

Türkiye ve Web 2.0 fırsatları...

"Aramayı bırak bir bilene sor" isimli yazımdan sonra bana e-mail yoluyla yöneltilen birçok soru oldu. Öncelikle yazılarımın okunduğunu öğrenmem beni memnun etti. Bu konuda sorular yönelten arkadaşlara teker teker cevap vermektense, cevabı kısaca özetleyen bir yazı ile herkese ulaşmak istedim.

Web 2.0 tamamen konsept olarak oluşmuş bir kavramdır. Bu konsept üzerine yeni nesil web siteleri oluşturulmuş, daha doğrusu bu siteler oluşturulmuş ve konsept gün ışığına çıkmıştır. Yani önce siteler sonra konsept sıralaması daha doğru olacaktır. (Web 2.o hakkında yazdığım yazı için tıklayın.)

Flickr, del.icio.us ve digg gibi web siteleri bu konseptin en önde gelen örnekleri olarak gösterilebilir.

Bunlar gibi Web 2.0 klasmanına girebilecek diğer web sitelerini takip edebilmeniz için sizlere eHub'ı tavsiye ederim.

Özellikle fırsatlardan sürekli bahsettiğim noktalarda, buralardaki web siteleri fikir oluşturmak anlamında yardımcı olacaktır.

Fikir ve fırsatlar demişken. Evet, Türkiye henüz paylaşım, güven ve esneklik üzerine kurulu web siteleri yani Web 2.0 konseptinin belirli kriterlerini sağlamış servisler açısından fırsatları barındırıyor.

Bugün ülkemizde bir yemeksepeti.com örneğini ele alırsak, zamanında Amerika'da çalışmakta olan bir servisin ülkemize uyarlanmış hali olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekir. Bunun gibi birçok servis zamanında yabancı örneklerinden modellenip ülkemize getirilmiş, kimisi başarılı olmuş kimisi olamamıştır.

Yeni nesil web siteleri konusunda da halen ülkemizde benzeri olmayan web siteleri mevcuttur ve bırakın bunların trendler anlamında başarılı olabilme ihtimallerini, Türkiye'de internetin gelişimi açısından da etkisi büyük olabilecek örnekler söz konusudur.

FİKİR: Türkiye'de RSS'i destekleyen profesyonel web sitelerinin artması ve bunun üzerine servisler oluşturulması ile hem firmaların pazarlama modellerinin genişletilmesi hemde ülkemizde internetin gelişimi için etkili çalışmaların desteklenmesi sağlanabilir. Hepsiburada.com online alışveriş alanında ülkemizde başrolü oynarken, ideefixe yada e-store ürünlerinin yada ürünlerine yapılan yorumların RSS desteğini sağlasa hem büyük fark yaratıp hemde kendi servislerini destekleyecek yeni servislerin oluşumunu desteklemiş olmazlar mı?

Bu başlangıç noktasından yola çıkıp fikirler ve fırsatlar üstüne daha neler geliştirebileceğimizin farkında mısınız?

NOT: Web 2.0 konseptinde gerçekleştirmeyi düşündüğünüz yaratıcı fikir ve projeleriniz varsa ve benimle paylaşmak isterseniz, sağ sütundaki iletişim bölümünden ulaşabilirsiniz.

Cuma, Aralık 16, 2005

Evden çalışıyorum, herkese yarıyor...

Türkiye'de işsizlik var mı? Evet... Genç nüfus oranı yüksek mi? Evet... Katma değerli işler yaratıp, gelişmekte olan bir ülke olarak birçok konuda global arenada fark yaratmamız gerekiyor mu? Evet... Güzel...!

O zaman freelance ve home office çalışmak gibi kavramlar neden hala hayatımızın bir parçası olamadı? (Konuya çok hızlı girdiğimin farkındayım)

Size hemen bir örnek. Amazon Mechanical Turk! (kelimeye takılmayın bize özel bir servis değil)

Servisin detayını şimdi anlatmıyorum, merak edenler linke tıklayıp inceleyebilirler. Kısaca, Amazon'un elinde bazı işleri var ve bu işleri bilgisayar programları ile çözümleyemiyorlar.

Örnek vermek gerekirse; elimizde bir iş yerinin 6 farklı resmi olsun, ve bu resimlerden birisini web sitemizde kullanacak olalım. Acaba bu resimlerden hangisi iş yerimizi daha güzel, daha net görüntülüyor? Tabi ortada bunun gibi binlerce iş olduğu zaman ve hiçbir şekilde programlamayla çözümlenemiyorsa, uygulanması gereken yöntem bir kişinin 6 resmede teker teker bakıp birini seçmesi oluyor. İşte Amazon bu noktada bakmış ki işin içinden çıkamıyor, " Mechanical Turk" adını verdiği bu servisi başlatmış. Üye oluyorsunuz, karşınızı bitirilmesi gereken işler çıkıyor, istediğinizi seçip yapıyorsunuz ve gönderiyorsunuz. Bunun karşılığında Amazon size ücretinizi ödüyor.

Dünyada bu ve benzeri bir sürü iş modeli var. Hepsi de boş zamanlarınızı veya bilginizi değerlendirip para kazanma fırsatı veriyor.

Ülkemizde uygulanmasının faydalarını şöyle bir düşünüyorum da... Bilgisayar ve internet kullanımı artar, resmi anlamda işsizlik oranı azalmasa da gelir sahibi olan kişi sayısı artar, firmaların iş yapış şekilleri ve verimlilikleri artar, katma değerli çözümler sunabilmek için başlangıç yapılmış olur. (Hatta belki trafik bile azalır...) Haksız mıyım?

Bu kadar artısı varken, uygulanması kolayken, maliyetleri yok denecek kadar azken ve hepsinden önemlisi fark ve değer yaratmak anlamında etkisi tartışılmazken niye birileri kendisini aşmıyor? Belki de doğru zamanı bekliyorlardır, yada çalışmaları sürüyordur. Kim bilir?

Yine aynı son cümleyi mi yazmalıyım? Evet, bekleyelim görelim...

Perşembe, Aralık 15, 2005

Haberden çok yorum yazılıyor(sa)... Daha ne bekliyorsunuz?

Televizyon ve gazete reklamlarının hatta web sitelerindeki banner reklamların yerlerini ikinci nesil reklam araçlarına bıraktığı ortada. Google AdWords'le başlayan hareket artık hedeflenen kitleye direk ulaşmayı öngören reklam modellerine olan talebi artıyor.

NOT:Google'ın yıllık reklam gelirlerinin, Amerika'daki medya devleriyle başa baş olduğunu hatta bazılarından daha yüksek olduğu biliniyor.

Hürriyet web sitesinde bir süredir dikkatimi çeken ve aslında bundan önceki "Dijital dünyada, duygusallaşıyor muyuz? " isimli yazımda da genel olarak üzerinde durduğum bir davranış biçimi söz konusu.

Sitede yayınlanan haberlere yazılan yorumların sayısı gerçekten çok yüksek. (Örnek) Ne kadar güzel di mi? Halkımız yazılanlara kayıtsız kalmıyor ve fikrini beyan ediyor. Peki Hürriyet gazetesi bunu neden kendi yararına bir modele yerleştirmiyor. Yoksa yeni nesil web/iş/gelir modellerine inanmıyor mu?

FİKİR: "Hürriyet web sitesi içeriklere text reklamlar almaya başlasın. Bence bunun için Google'la anlaşmaya gitmesi yerinde olur. Hazır Google Türkiye'de AdWords yapılanması için çalışmalarını başlatmışken bence zamanlama iyi olur.
Hürriyet, web sitesinde yorumları öne çıkartsın, hatta haber olmadan da ziyaretçilerinin yazı yazmalarını sağlayacak bir paylaşım ortamı açsın ( Web 2.0'ı örnek alarak). Hürriyet'in web sitesinde yazısının yayınlanmasını isteyecek çok kişi olacaktır.
Bir nevi blog sayfası tadında, RSS destekleyen, Google AdWords ile gelir modeli yaratılmış, banner reklamlar ile gelir modeli güçlendirilmiş bir yeni nesil web(gelir) sitesi. Tabi e-kolay desteğini arkasına almayı da unutmadan."

Hürriyet gazetesi bunu yapabilir, elindeki medya gücü Doğan Grubu'na bu yapılanmayı başarması için itici güç olacaktır. Ayrıca bunu yapmalı, çünkü çok yakın gelecekte Amerika ve Avrupa'da olduğu gibi Türkiye'de de klasik reklam yöntemlerinin değeri/başarısı azalacak. Bu durum reklamverenler tarafından kabul görmeye başladığında da artık birilerinin yeni modelleri oluşturmuş olması mutlak avantajı sağlayacaktır.

Bekleyelim görelim... Bakalım ilk kim başaracak...?

Pazartesi, Aralık 12, 2005

Kavrakoğlu'nun 1000. mezunu...!

KMI (Kavrakoğlu Management Institute) tarafından başlatılmış olan e-MBA (Executive MBA) programını 1 yıl süren ve çalıştaylarla zenginleştirilmiş programını başarıyla tamamlamış bulunmaktayım.

Bununla birlikte Kavrakoğlu Yönetim Enstitüsü'nün 1000. mezunu olma şansı da bana güldü ve kendileri tarafından bir de plaketle ödüllendirildim.

Ödül töreninde çeşitli firmaların üst düzey yöneticileri ile birlikte basınında yer alması Hürriyet İK'nda haber olmamı sağladı.

Programı tamamlamış olmakla duyduğum onur, bu ödül ve haberle ikiye katlanmış oldu.

Başta, Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu olmak üzere, tüm Kavrakoğlu Yönetim Enstitüsü'ne teşekkürlerimi sunarım.

Hürriyet İK'nda çıkan haberi okumak için tıklayın.

Cuma, Aralık 09, 2005

Hazır trafik düzenliyken...

Bugün İstanbul trafiğinde, özellikle Boğaz köprüsü yolunda sabah ve akşam saatlerinde yani mesai başlangıçı ve bitişine denk gelen dönemlerde, sürücülerin kurallara ne kadar uyduğunu farkettim.

Şerit değiştirmek yok, korna çalan yok, sağdan soldan sizi sıkıştıran yok, kısacası modern toplumda olması gerektiği gibi bir trafik var.

Ama nedense gün içinde ve diğer zamanlarda bu durum pek de böyle değil. Neden?...

Trafikteki insan profillerinin oranları bu zaman dilimlerinde değişiyor olabilir mi?

Yoksa sabah ve akşam enerji düşüklüğü mü bunun sebebi?

Cevabı ne olursa olsun, kuralları bu kadar kabul eden kişileri aynı zaman diliminde biraraya getirebildiğimizi biliyorsak, bu dönemler hedef kitlesine uyan ürünler için en doğru sunulma zamanı değil midir?

Bu arada bizim otoyollarımızda fazla billboard da bulunmaz dikkatinizi çekti mi?

Olsa iyi olur(muy)du...(?)

İnsan kaynakları gazetelerin yeni gözdesi mi?

Gazeteler için son zamanlarda İnsan Kaynakları ve Emlak ne kadar önemli oldu farkında mısınız?

Hürriyet, Milliyet ve Sabah’ın her birinin ayrı İK ekleri var. Bunun yanında yine emlak konusunda da ekleri, sayfalarca ilan alanları hatta Milliyet’in bu konuda ciddi anlamda çalışan bir de web sitesi var.

Emlak sektörüne yaklaşmaları normal karşılanabilir. Malum sektör patlamaya hazır bomba durumunda. İnsan Kaynakları neden bu kadar önemli oldu?

Acaba açık pozisyon mu çok ve herkes bu ekleri iş bulmak için mi okuyor... Yoksa bu eklerdeki yazılar mı okunuyor?

Hürriyet gazetesi web sitesinde bu konuda Hürriyet İK nasıl olsun, okuyucular ne istiyor tarzında bir anket düzenledi. Açıkcası cevapları merak ediyorum.

Artık kişisel gelişimi, okumanın önemini, kariyer planlamayı yada firmalardan güncel haberleri daha mı çok önemsiyoruz acaba?

Yada şöyle diyelim... Daha çoğumuz mu acaba bu kavramları önemser oldu(k)?

Seth Godin ve Squidoo'su BETA yayında...

Squidoo.com ‘un bir süredir BETA testleri için seçilmiştim, siteye lensler ekleyip henüz dışarıya kapalıyken karşılaştığımız sorunlarda geri dönüşler verip, yeni özellikleri içinde fikir bildiriyorduk. Bugüne kadar bu konuda bişey yazmamıştım, yazamamıştım.

Şimdi artık söylüyorum, çünkü Squidoo.com kısmen online oldu.

About Turkey” adında bir lensimi bende bugün dışa açtım. Anlayacağınız gibi Türkiye hakkında bir lensi öncelikli olarak paylaşmak istedim.

Eğer www.squidoo.com/aboutturkey adresinden lensimi inceler, ve geliştirmem için önerilerinizi paylaşırsanız sevinirim.

Squidoo.com da nedir diyorsanız, Seth Godin’in Squidoo’su diyorum ve bu linki okumanızı öneriyorum.

En fazla 1 yıl içinde dünyanın en yüksek ziyaretçi sayılarına sahip olacak olan Squidoo.com’u ilk bilenlerden olma ayrıcalığla tanışın. Hatta biraz inceleyip kendi lensinizi yaratın.

Lens mi ne? Bu linkten onu da öğrenebilirsiniz...

Cumartesi, Kasım 19, 2005

Çalınmayan cep telefonu(!)

Ülkemizde hırsızlık suçları özellikle son dönemlerde yükseliş gösteriyor. Burada politika yapmak için bu konuyu açmıyorum. Farklı bir noktaya parmak basmak istiyorum.

Cep telefonları sanırım hırsızlık suçlarında en çok çalınan ürünlerdir. (istatistiki bilgi sahibi olmasamda öyle tahmin ediyorum)

Peki neden? Taşınması (aslında çalınması) kolay, tabi bir yerlerde unutulması kolay ve elbetteki birçok modeli iyi para ediyor. İşte konu burada!

Yurtdışında insanlar cep telefonu cihazlarına değil, hatlara para öderler. En azından birçok ülkede bu tarz uygulamaları gördüm diyebilirim.

Hatta yine benim gördüğüm uygulamalardan bazılarında $1 (bir dolar) gibi rakamlara cep telefonu sahibi olabilirsiniz. (bedava verenlerde var tabi...)

GSM operatörlerinin asıl amacı bu ülkelerde hattı satmak olduğu için, cep telefonlarını söylediğim gibi ya ücretsiz yada 1-2 dolar civarlarında rakamlara satarlar. Buna karşılık sizden 12 aylık (bazen 24) bir hat sözleşmesi yapmanızı isterler. (Hiçbirimizin 12 aydan önce hattını değiştirdiğini sanmıyorum.)

Türkiye’ye bu hizmet Telsim özelleştirmesi sonunda eğer Vodafone gibi dünya devlerinden biri sektöre girebilirse, büyük olasılıkla 1-2 yıl içinde gelecektir.

Ne mi demeye çalışıyorum?

Cep telefonu piyasası 1-2 dolarlık bir sektör haline gelirse, ne cep telefonu prestiji diye bir konu kalır, ne de bu cihazların ikinci elleri para eder.

Yani ne olur? Cep telefonu hırsızlığında büyük oranda düşüş gözlenir, çünkü çalıntı bir cep telefonu para etmediği sürece hiçbir hırsızın işine yaramaz.

Çalıntı cep telefonlarının ekranında çalıntı olduğuna dair uyarı mesajı göstermek için gerekli altyapıyı kuramadığı için sistemi devreye sokamayanlar acaba bu tarz bir uygulama deneseler başarı sağlayamazlar mı?

10 saat şarj etmek istemiyorum!

Sizde mutlaka son 2 yıl içinde en az bir kere yeni cep telefonu, telsiz telefon yada herhangi şarjlı ürün satın almışsınızdır. Ve eğer kurallara bağlı kalıp, kullanım klavuzunda söylendiği gibi ürününüzü çalışır duruma getirdiyseniz yine mutlaka en az 10 saat şarj etmişsinizdir.

İşte benim anlayamadığım ve ilgili kişilerden cevap beklediğim konu bu!

2005 yılının sonlarına geldik, teknoloji son sürat ilerliyor, taşınabilir neredeyse her türlü ürün hayatlarımıza girdi.

Peki biz neden hala şarjlı ürünlerimizi çalıştırmadan önce 10 ile 24 saat arası kesintisiz şarj etmek zorundayız?

Bu ürünler şarjları hazır satılamıyorlar mı? Mevcut pil teknolojisi hala bazı kısıtlamalardan dolayı ne zaman dolu ne zaman boş olduğunu anlayamıyor diye mi biz kesintisiz şarj yapıyoruz?

Neden biz bu tarz ürünlerde, hala ürünün parası ödendikten en az 10 saat sonra kullanabilir oluyoruz?

Bilen varsa ve beni de bilgilendirirse çok sevinirim.

İletişim için bu link kullanabilirsiniz.

Haydi Technorati.com'a...!

Türkiye'de blog kullanımının hala çok gelişmiş olduğunu söyleyemem. Buna karşın son derece aktif blogger'lar olduğunu da çok iyi biliyorum. Ancak Technorati gibi blog dünyasının nabzını tutan bir sitede hala tag'ler arasında yeterince Türkçe kelime göremiyorum. Bu sebeple herkesi Technorati'ye hesap açmaya ve blog'larını bu siteye tanıtmaya davet ediyorum.

Çok kısa bir üyelikten sonra artık sizin de blog sayfanız ile birlikte tag'leriniz (anahtar kelimeeriniz) bu sayfada yer alabilir olacaktır.

En önemlisi belirli bir sayıda aynı tag'e sahip site üye olursa, bu tag'ler listelenir hale geliyorlar. İşte benim başarmak istediğimde, bu listelenen tag'ler arasında Türkçe kelimeleri görebilmek.

Haydi Technorati.com'a Türkçe tag ekleyelim.

Sigara öldürür...! (Komplo teorisi)

Dünya barışına engel olan, ve tüm savaşları başlatan sebebin ne olduğu ortaya çıktı.
İşin şakası bir tarafa, bu linke tıklayıp sigaranın zararları hakkında çok güzel ve bir o kadar da eğlenceli animasyona ulaşabilirsiniz.

Kardeşime (Deniz Kutsal) bu linki benimle paylaştığı için teşekkürler.

Cuma, Kasım 18, 2005

Dijital dünyada, duygusallaşıyor muyuz?

Dikkatimi ne çekti biliyor musunuz? Herkes konuşmak, fikirlerini söylemek ve paylaşmak istiyor. Ayrıca bu eğilim tüm dünyada aynı şekilde ilerliyor.

Sadece ülkemizdeki medyayı düşünmeyin, tüm dünyayı göz önünde bulundurun. Nasıl olsa ülkemizdeki medyanın yönü aşağı yukarı dünyayla daha doğrusu Amerika ile aynı yönde değişiyor.

Medya dediğimizde zaten aklımıza ilk televizyonlar geliyor, o zaman birlikte bu kültüre yoğunlaşalım.

Diziler ve yarışmalar... Hepsinin asıl hedefi reyting, ve yüksek rakamları nelerin aldığını hepimiz biliyoruz. Peki ne oluyor? İnsanlar bir kutuya odaklanıp, bir süre hipnotize oluyorlar. Bu süre içinde kilitlenmiş şekilde kendilerine sunulan, verilen herneyse onu izliyorlar. Belki o anda seyrettikleri programa etkide bulunabilmek, olayın içinde olmak istiyorlar.

Peki ne yapıyorlar? Televizyon karşısında yapmak istedikleri eylemi, söylemek istediklerini, yorumlarını, ya programlara telefon ederek, yada dışarıda arkadaşları ile konuşarak gerçekleştiriyorlar. Biraz daha teknolojiye yakın olanlar web sayfaları açıyorlar ve etki etmek isteyip başaramadıkları konuları bu yöntemle paylaşıyorlar.

İnsanlar konuşmak istiyorlar, insanlar fikirlerini söylemek, paylaşmak istiyorlar.

En önemlisi insanlar önemsenmek istiyorlar, bilgilerine danışılsın istiyorlar.

Bu kadar hareketin olduğu dünyalarında, birileri onların varlığını hissetsin istiyorlar.

Acaba hayat dijitalleşirken, biz duygusallaşıyor muyuz?

Perşembe, Kasım 17, 2005

Aramayı bırak, bir bilene sor!

Yeni bir ürün satın almak istediğinizde ne yapıyorsunuz? Soruyu çok açık uçlu sorduğumun farkındayım. Demek istediğim yeni bir ürünü bir yerlerde gördünüz veya duydunuz, satın almadan önce araştırma yapıyor musunuz? Bu araştırmanızda interneti kullanıyor musunuz?

Lafı fazla uzatmadan konuyu getirmek istediğim yerde frene basıyorum.
Amerika'da insanların birçoğu yeni bir ürünü satın almadan önce Google'da ürünü sorguluyorlarmış. Açıkcası benimde sıklıkla başvurduğum bir yöntemdir ama bunun yanında hepsiburada.com, ideefixe.com gibi sitelerde de yorumları okumak yolunu seçerim.

Yine bir ilginç saptama da, bu araştırmayı Google'da yapanların büyük çoğunluğu kararını bu noktadan sonra vermiyorlarmış.

Ortalama 3 saat zaman harcayıp, bir sürü anahtar kelime denedikten ve ilgilendikleri ürünü satan web sitelerinin yanında, rakiplerininkini de inceledikten sonra, bu ürünü yada rakibini satın alanların yorumlarını okuyup kararlarını veriyorlarmış. Bu noktada da genelde eBay gibi sitelerdeki yorumları dikkate alıyorlarmış.

Yani Google'a arama konusunda sonuna kadar güvenip, başlangıcı onunla yapıp, kararı yine tecrübeden gelen cevaplara göre veriyorlarmış.

Web 2.0 ... yani paylaşım ... yani topluluklar ... yani yeni web düzeni ... yani yeni web kültürü ...

Değişim başladı, değişim sürüyor...

Türkiye'deki fırsatları değerlendirmek için hala çok erken...

Perşembe, Ekim 06, 2005

Değişen web kültürü: WEB 2.0

Internet'in hayatımızın bir parçası olmasının üstünden yıllar geçerken, WEB kavramı da yavaş yavaş şekil değiştirmeye başladı. Bunu zaten artık web sitelerinin içeriklerinden, ziyaretçilerine (ki bence artık ziyaretçi kelimesi yerini kullanıcı kelimesine bırakmalı, hatta bıraktı bile...!) sundukları imkanlardan anlıyorsunuzdur.

Kullanıcıların artık web sitelerinden bekledikleri özellikler, daha doğrusu web sitelerinin kullanıcılarına sundukları özellikler tamamen özelleştirmeye ve daha ince bir kavramla, kendi dünyalarını kurmaya yönelik oldu.

Evet, WEB 1.0 yerini artık WEB 2.0'a bıraktı, bırakıyor, bırakacak, bırakabilir, bırakmalı vs... Nasıl isterseniz yorumlayabilirsiniz.

Bu konsept (evet WEB 2.0 bir konsepttir!) bir kez daha 5-7 Ekim 2005 tarihleri arasında, ikincisi düzenlenmekte olan "Web 2.0 Konferansı"'nda, San Francisco'da, tartışılacak.

WEB 2.0 ile ilgili düzenlenmiş olan bir beyin fırtınası sonucunda elde edilmiş olan haritayı görmek isterseniz tıklayınız.
Web 2.0 konsepti ile ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz sizlere aşağıdaki linkleri önerebilirim.

-Web 2.0 Konferansı'nın resmi web sitesi.
-Tim O'Reilly'nin sitesinde konuyla ilgili yazılmış güzel bir makale.

Tüm bunları yine aynı amaç için paylaşıyorum. Fırsatlar var ve değerlendirilmeyi bekliyorlar!

Cumartesi, Ekim 01, 2005

Duygusal Pazarlama Baskısı

Duygusal pazarlama baskısı nedir? Bu tabiri karşılaştığım 2 örnekten sonra uydurdum.
İlk örneğin kahramanı benim. Geçenlerde keçi sakalımın boyunu kısalttım ama bu işlemi evde kendi kendime gerçekleştirdim. İş dönüşü berberimin önünden geçerken şans eseri denk geldik ve daha herhangi bir sohbete girmeden, “Sakalınızı kestirmişsiniz” dedi. Sakalımı başka bir berberde kısalttırmadığımı (kestirmedim, kısalttım, ve bunu kendim yaptım!!!) anlatmak için bildiğim tüm ikna yöntemlerini denedim. Kendimi suçlu hissettim. (Nasıl yani? Neden ki?)

İkinci örnekdeki kahraman eşim. Benzeri bir duruma karşılaştığını anlattı. Komplike saç operasyonlarını (röfle, boya vs...) yaptırdığı bir kuaförü var, bir de günlük fön çektirmek gibi işleri için gittiği var. Geçenlerde kuaförüne saçını kestirmiş ve röflesini yaptırmış, bugünde fönü için, bahsettiğim diğerine gitmiş. Ve işte ruhsal baskı başlıyor. “Saçınızı kestirmiş, aaaa röfle de yaptırmışsınız?”... “Kesimi becerememişler...” ... “Röfle şöyle şöyle olsaydı...” .... Daha fazla yazmıyorum... Bence herşeyi bu kadar cümle anlatıyor.

Bence web sitelerine bir başka siteden gelindiğinde, referans site bilgisi kodla çekilip (bu işlem yapılabilir diye söylüyorum) ziyaretçiye hesap sorsunlar. Mesela hurriyet.com.tr siteye girişte bu bilgiyi alabildiği ziyaretçilerine “ntvmsnbc.com ‘dan gelmişsiniz, bizim neyimiz eksik?” yada kariyer.net, “yenibir.com’da aradığınız işi bulamadınız sonra mı bize geldiniz? İkinci plana mı atıldık?!?...” yazsın.

Sonuç pozitif mi olur negatif mi?

Pazar, Eylül 11, 2005

Cebit ve Bilişim Zirvesi 2005...Hepsi bu muydu?

Büyük bir heyecanla beklediğiniz organizasyonların sonunda, “Yani hepsi bu muydu???” dediğiniz mutlaka olmuştur. İşte ben geçtiğimiz hafta Cebit Bilişim 2005 ve Bilişim Zirvesi 2005 etklinliklerinde aynen öyle dedim.

Ciddi organizasyonlar (en azından öyle gözüküyorlar), büyük yatırımlar, yüksek katılım ücretleri, ışıltılı reklamlar ve hepsi malesef bu.

Bana kimse kızmasın! Belki ben gözümde fazla büyütmüştüm ama sonuçta hayal kırıklığına uğradım.

Cebit’le başlayalım... Avrupa ve Asya pazarını buluşturan bilişim fuarı(!)... (Tabi mutlaka öyledir)... Bütün haber kanallarının ve bazı müzik kanallarının kendilerine ayırdıkları bölümler, sürekli yapılan röportajlar, havalı standlar ve altı tamamen boş denecek bir içerik. Yerli üretim yapan firmaların birçoğu Batı’nın yıllar önce ürettiği benzeri çözümleri sunuyor. Özgün yazılımlar, özgün teknolojiler yok denecek kadar az. Sonrasında da herkes övgüyle firmasını, ürününü anlatıyor. Tüm salonları yaklaşık 4 kere tekrar tekrar gezdim, belki ben birşeyleri kaçırıyorumdur diye, ama 2 veya 3 değerli çalışma dışında sadece ithal ürün ve teknolojilerin yer aldığı son kullanıcı ürünlerini gördüm. En komik olanı da fuarı “profesyonel günler” ve “teknoloji merkalıları” diye 2 farklı döneme bölmüş olmaları. Biri 20 YTL, diğeri 10 YTL giriş bedeli ile oluyor. Bir diğer komedi de, “İş Dünyası Bölümü” diye ayrı salonların olmasıydı. Bu salonlara girebilmek için ayrı kayıt yaptırmak ve iş dünyasından olduğunuzu kanıtlamanız gerekiyor. Sonunda boynunuza bir kart takıyorsunuz ve girişte barkod okutup bu bölümlerde geziyorsunuz. Dediğim gibi bana çok komik geliyor çünkü tüm bu havalı hareketlerin altı boş denecek kadar az değer kapsıyor.

Gelelim Bilişim Zirvesi 2005’e yada Forum@Bilişim diyelim... Aylar önceden reklamlar başladı, firmalara katılım ile ilgili telefonlar geldi, ücretler açıklandı, programlar yayınlandı vs...

Sonuçta, tüm bu heyecanlı bekleyiş sonunda (kesinlikle) aradığımı bulamadım. Açılış günü zaten hükümet yetkililerinin ve bakanların “Türkiye’de Bilişim Sektörü” üzerine pembe tablolar çizmesiyle geçti. İkinci ve üçüncü günlerde ise, birkaç forum hariç (onlar gerçekten yararlıydı diyebilirim) tamamı firmaların yoğurdun kaymağı şeklinde konuların üstünden geçmesi, konuklara kitaplardan bilgileri aktarması ve sonrasında kendi ürün ve servislerinin reklamlarını yapmalarından ibaretti. Bazı forumların konuşmacıları, forumun konusunun yakınından bile geçmedi diyebilirim. Çok mu karamsarım, hayır hiç sanmıyorum... Bunu tek ben mi böyle düşünüyorum, malesef hayır... Kesinlikle hayır. Organizasyon boyunca gördüğüm tanıdıklarımın birçoğu aynen benim gibi düşünüyordu.

Benim özellikle bilgi almak istediğim birkaç konu vardı, ve kendim için yaptığım program hep bu konulara yönelikti. Evet istediğim bilgileri aldım diyebilirim, birkaç tanede bizim işimize faydası olabilecek döküman ve firma referansına sahip oldum, ama ufkumu açtı diyemem. Yarının işletmeleri konsepti ile lanse edilen bir zirveden haliyle insan daha fazlasını bekliyor.

En azından tüm zirve boyunca kesintisiz yapılacak (kaliteli) kahve servisinin hakkım olduğunu düşünüyorum. (Nereden atladım şimdi kahve konusuna?) Ama bu hakkımı da alamadım.

Ve bitti... Zirvede, fuarda, hepside bitti... İyiydi, kötüydü, faydalıydı, basitti, başarılıydı, başarısızdı, oydu, buydu...herneyse... Oldu ve bitti...

Ne istiyorum biliyor musunuz?
Türkiye’de sektörü geliştirmek için çok başarılı işler yaptığı havasında konuşup, yaptığı altı boş, katma değeri olmayan işleri büyütüp, egosunu tatmin etmeyen (gerçek) bilişim şirketleri istiyorum. Aksi takdirde Türkiye’de bilişim şirketleri “ithalatçı firmalar” olmaktan ileriye gidemeyecekler gibi geliyor.

Çok mu sert oldu acaba? Sanırım evet... ama olsun!...

Cuma, Ağustos 26, 2005

Çünkü piyangocu iyi pazarladı...!

Geçenlerde, sayısal loto’nun en yüksek ikramiye tutarının 3-4 trilyon (3-4 milyon YTL) civarlarına çıktığı günlerde, içgüdülerime hakim olamadan gördüğüm bir piyangocudan hazır kuponlardan almak istedim.

Normalde 4 YTL olan kuponları hazır sattığı için 5 YTL’ye veriyordu. Buraya kadar herşey ticaret yapan her insanın yapacağı kadar normal. Bilet başına, yada kupon diyebilirsiniz farketmez, 1 YTL karla satış yapıyor. Ama benim piyangocuyu iyi bir pazarlamacı olarak görmemin özünde yatan nokta, 4’lü kupon grupları yapmış olması ve bunların en üstüne de kendi adı ve bilimum milli piyango bayisi bilgilerini yazdığı kartı zımbalamış olmasıydı.

Benden önce böyle bir pazarlama yöntemine rastlamış olabilirsiniz ama ben ilk defa şahit olduğum için dikkatimi çekti ve adamı takdir ettim ve büyük olasılıkla herkesin yapacağı gibi 1 kupon almayı düşünürken, 4’lü gruplardan aldım. Eminim piyangocuya bir tanesini ayırmasını söylesem bunu yapardı ama hem adamın yaklaşımından, hem bizim bir balıkçıda keyifli bir gece geçiyor olmamızdan hemde 3-4 milyon YTL gibi bir ikramiyeyi kazanabilme düşüncesinden, beni bu girişimimde hiç bulunmamıştım hatta aklımdan bile geçmemişti.

Mekan bir balıkçı, eğlenen insanlar olarak biz oradayız, büyük ikramiye gerçekten çok büyük ve piyangocunun iyi bir pazarlama yöntemi var, yani herşey o gece satışa uygun ortamı sağlıyor.

Sonuç olarak piyangocu tüm bu imkanlar ve satış stratejisi sayesinde 1 YTL yerine 4 YTL kazandı ve ben yine sayısal loto kazanamadım...!

Pazar, Temmuz 17, 2005

Tepe Home torbalarının yaptığı

Bugün Tepe Home mağazalarından birinden alışveriş yaptık ve torbalarımızı alıp çıktık. 10-15 dakika sonra torbaları bıraktığımda ellerim işte aynen resimde gördüğünüz gibiydi. Sakın bunun kan veya morarma falan olduğunu sanmayın. Tamamen BOYA!... Torbalar bütün elimi boyadı.
Tepe Home'dan alışveriş yapacaksanız yanınızda kendi torbanızı götürmenizi yada eldiven takmanızı öneririm. Günün geri kalanını kırmızı mor karışımı renklerle sürdürmek istemiyorsanız(!).

Salı, Temmuz 12, 2005

Düşünmeye zamanımız yok

Hayatımız başlıyor ve bir kargaşa, bir başarmak zorunluluğu ile sürüp gidiyor. Bu süreçte hep bir yapamazsam hayatta başarılı olamam korkusu yaşıyoruz.

Bizim zamanımızda ortaokul ve lise vardı, yani ilkokuldan sonra kolej ve anadolu lisesi sınavlarına girerdik. Ortalama 11-12 yaşlarında olan bizlere hep bu sınavda başarılı olamazsan iyi bir okula gidemezsin ve sonra şöyle olursun sonra böyle olursun nasihatları verilirdi. Beyinlerimize daha o yıllardan öyle bir işlemişki yapmak ve başarmak zorunluluğu olgusu, aslında daha gerçek hayatı bile bilmeden bir hayal peşinde bir inançla o sınavlara çalışırdık.

Tabi bu süreçte hep aynı aldatmaca, az kaldı bu sınavdan sonra artık rahatsın...

Keşke öyle olsaydı, ama hiçbir zaman bu koşuşturmaca bitmedi. Bitmesin de zaten, benim derdim bunlar değil ki!

Bunu takip eden üniversite sınavları, ki hazırlık sürecindeki baskı ve gençlerin ruh hallerini burada yazmak gereksinimi bile duymuyorum.

Bu noktada da benim için asıl önemli olan nokta verilen şu duygu ve düşünce.

Üniversiteyi kazanamazsan hiçbir baltaya sap olamazsın ve tabi askerlik...

Beynimizin bir köşesine, tabi erkekler için, hep şu damga vurulmuştur.
Askerlik, askerlik, askerlik...

Olur ya üniversiteyi kazanamazsak da askere alınırsak?

Üniversiteye gireriz, yavaştan gerçek hayatı görmeye başlarız. Maddi zorluklar, meslek telaşı ve diğerleri.

Üniversite bittiğinde işte o zaman gerçek panik başlar.

Askere mi gitsem, iş mi bulsam, master mı yapsam? Beynimizde hep bunlar olur.

Tabi askerlik yapmadan bulabileceğiniz işler kısıtlıdır, master yapsanız, zamanında mı bitirsem yoksa uzatsam mı planları.

Kısacası hayatımız hep planlar, seçimler, zorluklar ve yarışlar üzerine kuruludur.

Tüm yazdığım süreçlerde yapmak istediğimiz mesleği bile seçme şansımız tam anlamıyla yoktur. Doktor olmak istesem, ÖSS (bizim zamanımızda ÖYS) Türkçe sorularında yeterli doğru cevap veremedim diye kazanamamışımdır. Bilgisayar mühendisliği okumak istesem Biyoloji sorularında başarılı olamadığımdan puanım yetmemiştir.

Şimdi görüyoruz ki, Bilgisayar mühendisi olmak için ne biyoloji gerekir, ne de doktor olmak için Türkçe bilgisi.

Ve işte sonunda geldiğimiz nokta...

Doktor olmak isteyen ve belki de dünyaca ünlü bir beyin cerrahı olabilecek gencimiz, bilgisayar mühendisi olur. Tüm öğrenim hayatı boyunca beynindeki sorulardan, sorunlardan, kaygılardan ve bunun gibi birçok dertten dolayı hiçbir fikir, proje, yaratıcılık örneği gösteremez. Artık tam herşey bitti öğrenim sona erdi, konusunda başarılı bir noktaya geldi, gün yaratma, gün başarma ve yükselme dönemidir derken, hoşgeldin askerlik. Bu sefer acaba kısa dönem mi uzun dönem mi yapıcam. Sıra geldi bunun planlarını yapmaya, kaygılarını yaşamaya.

Bu da biter... Kısa dönem yapmıştır, hayatından 6 ay ona bağışlanmıştır.

Şimdi ne yapacak?

İş mi bulsun, inandığı projelerinin peşinden mi gitsin, yoksa Google gibi bir arama motorunun algoritmasını mı yazsın, Windows ve Linux'e rakip işletim sistemi mi geliştirsin yoksa acaba, ki bu en güzeli, yeni bir fikirle bilgi teknolojileri arenasında yeni bir çığır mı açsın?

Bence önce yaşayabilmek için kendisine iyi bir iş bulsun... Kariyerinde yükselmeye çalışsın ve Amerika'da ve Avrupa'da insanların fikirleri, düşünceleri ile 4-5 yılda milyar dolarlar seviyesinde konuşmaya başlaması ile içi içini yesin.

O bunları yaparkende bizler beyin göçünün sebeplerini araştıralım, Türkiye'de neden AR-GE'ye önem verilmiyorun cevaplarını arayalım ve dünyanın en pratik zekalı insanlarının memleketi olan Türkiye'nin dünyayaya mal olacak ürün ve hizmetleri neden yok diye düşünelim. Ama sadece bunu düşünelim...!

Neden acaba şu anda dünyadaki lider teknoloji odaklı firmalarının hepsinin temelleri, bunların Amerika'lı ve Avrupa'lı sahipleri daha üniversite yıllarındayken atılmış?

Acaba neden?... Düşünmek lazım ama zamanım yok...(!)

Pazartesi, Temmuz 11, 2005

Restaurant'larda müşteriye güven ile pazarlama(?)

Son okuduğum kitap Seth Godin'in "Mor İnek"'iydi. Orjinal adıyla "Purple Cow". Dün gece bitirdim.
"Mor İnek" nedir detaylarına girmiyorum, internet üzerinde biraz araştırma yapan arkadaşlar konuyla ilgili bilgiye kolaylıkla ulaşabilirler.
Seth Godin kimdir derseniz o zaman www.sethgodin.com adresine bakınız.
Pazarlama, yeni fikirler üzerine farklı bir bakış açısına sahip olmak isteyen herkese tavsiye edeceğim bir kitaptır. Okuması kolay ve pazarlamaya bakış açınızı biraz genişletmenizi sağlayabilir. Çok bilmediğimiz konulara parmak basıyor mu? Kesinlikle hayır ama en azından düşünmeye sevk ediyor.
Kitaptan esinlendiğim bir fikri paylaşmak istedim sizlerle. Kaç kişi bu yazıları okur, kaç kişi uygular bilmiyorum ama sesli düşünmek dediğim eylemi buradan yapmak istiyorum.
Bir restaurant düşünün yada cafe-bar. Bir kadeh şarap sipariş ediyorsunuz ve masanıza bir şişe şarap geliyor. Şişe istemediğinizi söylüyorsunuz ve size "Siz istediğiniz kadar alınız" cevabı veriliyor. Sıra hesaba gelince size "Kaç kadeh içtiniz?" diye soruluyor. Verdiğiniz cevap ne olursa olsun sorguya maruz kalmıyorsunuz.
Aynı şekilde kola ve benzeri diğer içecekler içinde masaların yanlarında bulunan premix (isimleri sanırım buydu) makinelerinden kendiniz bardağınızı doldurabiliyorsunuz. Bunlarda da kaç bardak ne içtiğiniz sorgusu yapılmıyor ve size soruluyor.
Nasıl olurdu? Bence güzel olurdu ve kar yapardı. Hemde çok ama çok.

Bu yazıyı okumaya dalıp, "Mor İnek" nedir diye hala araştırma yapmamış olanlar için söylüyorum. İşte bu okuduğunuz örnek, bir "Mor İnek"'tir..

Bakalım bu yakınlarda Türkiye'de bu fikri uygulayan çıkacak mı? Yapan varsa ve benim haberim yoksa lütfen mekanın adını ve adresini bana iletsin.

Cuma, Temmuz 08, 2005

Tıklamasız bir dünya(!)

www.dontclick.it bu soldaki linke tıklarsanız, tıklama olmadan bir web sayfasını gezmek nasıl oluyormuş öğreneceksiniz. Arkadaşlar tıklama olayına fena takmışlar ve tamamen tıklamasız ve bundan bağımsız bir web sitesi tasarlamışlar. Gerçekten çok hoş tavsiye ederim.

Sonunda buna karar verdim

Bir süredir kendi yazdığım sistemlerin dışında global bir BLOG ile çalışmak istiyordum. Düşünüp taşınıp Blogger.com'a karar verdim.

Buraya ne tür yazılar mı yazıcam?
Canım ne isterse, ne konuda yazmak istersem hepsini, herşeyi. Ama hepsinin sonunda amaç hep aynı olacak. Paylaşmak...

Okuyanlara ve okuyacaklara şimdiden teşekkürler.