Salı, Temmuz 12, 2005

Düşünmeye zamanımız yok

Hayatımız başlıyor ve bir kargaşa, bir başarmak zorunluluğu ile sürüp gidiyor. Bu süreçte hep bir yapamazsam hayatta başarılı olamam korkusu yaşıyoruz.

Bizim zamanımızda ortaokul ve lise vardı, yani ilkokuldan sonra kolej ve anadolu lisesi sınavlarına girerdik. Ortalama 11-12 yaşlarında olan bizlere hep bu sınavda başarılı olamazsan iyi bir okula gidemezsin ve sonra şöyle olursun sonra böyle olursun nasihatları verilirdi. Beyinlerimize daha o yıllardan öyle bir işlemişki yapmak ve başarmak zorunluluğu olgusu, aslında daha gerçek hayatı bile bilmeden bir hayal peşinde bir inançla o sınavlara çalışırdık.

Tabi bu süreçte hep aynı aldatmaca, az kaldı bu sınavdan sonra artık rahatsın...

Keşke öyle olsaydı, ama hiçbir zaman bu koşuşturmaca bitmedi. Bitmesin de zaten, benim derdim bunlar değil ki!

Bunu takip eden üniversite sınavları, ki hazırlık sürecindeki baskı ve gençlerin ruh hallerini burada yazmak gereksinimi bile duymuyorum.

Bu noktada da benim için asıl önemli olan nokta verilen şu duygu ve düşünce.

Üniversiteyi kazanamazsan hiçbir baltaya sap olamazsın ve tabi askerlik...

Beynimizin bir köşesine, tabi erkekler için, hep şu damga vurulmuştur.
Askerlik, askerlik, askerlik...

Olur ya üniversiteyi kazanamazsak da askere alınırsak?

Üniversiteye gireriz, yavaştan gerçek hayatı görmeye başlarız. Maddi zorluklar, meslek telaşı ve diğerleri.

Üniversite bittiğinde işte o zaman gerçek panik başlar.

Askere mi gitsem, iş mi bulsam, master mı yapsam? Beynimizde hep bunlar olur.

Tabi askerlik yapmadan bulabileceğiniz işler kısıtlıdır, master yapsanız, zamanında mı bitirsem yoksa uzatsam mı planları.

Kısacası hayatımız hep planlar, seçimler, zorluklar ve yarışlar üzerine kuruludur.

Tüm yazdığım süreçlerde yapmak istediğimiz mesleği bile seçme şansımız tam anlamıyla yoktur. Doktor olmak istesem, ÖSS (bizim zamanımızda ÖYS) Türkçe sorularında yeterli doğru cevap veremedim diye kazanamamışımdır. Bilgisayar mühendisliği okumak istesem Biyoloji sorularında başarılı olamadığımdan puanım yetmemiştir.

Şimdi görüyoruz ki, Bilgisayar mühendisi olmak için ne biyoloji gerekir, ne de doktor olmak için Türkçe bilgisi.

Ve işte sonunda geldiğimiz nokta...

Doktor olmak isteyen ve belki de dünyaca ünlü bir beyin cerrahı olabilecek gencimiz, bilgisayar mühendisi olur. Tüm öğrenim hayatı boyunca beynindeki sorulardan, sorunlardan, kaygılardan ve bunun gibi birçok dertten dolayı hiçbir fikir, proje, yaratıcılık örneği gösteremez. Artık tam herşey bitti öğrenim sona erdi, konusunda başarılı bir noktaya geldi, gün yaratma, gün başarma ve yükselme dönemidir derken, hoşgeldin askerlik. Bu sefer acaba kısa dönem mi uzun dönem mi yapıcam. Sıra geldi bunun planlarını yapmaya, kaygılarını yaşamaya.

Bu da biter... Kısa dönem yapmıştır, hayatından 6 ay ona bağışlanmıştır.

Şimdi ne yapacak?

İş mi bulsun, inandığı projelerinin peşinden mi gitsin, yoksa Google gibi bir arama motorunun algoritmasını mı yazsın, Windows ve Linux'e rakip işletim sistemi mi geliştirsin yoksa acaba, ki bu en güzeli, yeni bir fikirle bilgi teknolojileri arenasında yeni bir çığır mı açsın?

Bence önce yaşayabilmek için kendisine iyi bir iş bulsun... Kariyerinde yükselmeye çalışsın ve Amerika'da ve Avrupa'da insanların fikirleri, düşünceleri ile 4-5 yılda milyar dolarlar seviyesinde konuşmaya başlaması ile içi içini yesin.

O bunları yaparkende bizler beyin göçünün sebeplerini araştıralım, Türkiye'de neden AR-GE'ye önem verilmiyorun cevaplarını arayalım ve dünyanın en pratik zekalı insanlarının memleketi olan Türkiye'nin dünyayaya mal olacak ürün ve hizmetleri neden yok diye düşünelim. Ama sadece bunu düşünelim...!

Neden acaba şu anda dünyadaki lider teknoloji odaklı firmalarının hepsinin temelleri, bunların Amerika'lı ve Avrupa'lı sahipleri daha üniversite yıllarındayken atılmış?

Acaba neden?... Düşünmek lazım ama zamanım yok...(!)

Hiç yorum yok: