Pazar, Temmuz 17, 2005

Tepe Home torbalarının yaptığı

Bugün Tepe Home mağazalarından birinden alışveriş yaptık ve torbalarımızı alıp çıktık. 10-15 dakika sonra torbaları bıraktığımda ellerim işte aynen resimde gördüğünüz gibiydi. Sakın bunun kan veya morarma falan olduğunu sanmayın. Tamamen BOYA!... Torbalar bütün elimi boyadı.
Tepe Home'dan alışveriş yapacaksanız yanınızda kendi torbanızı götürmenizi yada eldiven takmanızı öneririm. Günün geri kalanını kırmızı mor karışımı renklerle sürdürmek istemiyorsanız(!).

Salı, Temmuz 12, 2005

Düşünmeye zamanımız yok

Hayatımız başlıyor ve bir kargaşa, bir başarmak zorunluluğu ile sürüp gidiyor. Bu süreçte hep bir yapamazsam hayatta başarılı olamam korkusu yaşıyoruz.

Bizim zamanımızda ortaokul ve lise vardı, yani ilkokuldan sonra kolej ve anadolu lisesi sınavlarına girerdik. Ortalama 11-12 yaşlarında olan bizlere hep bu sınavda başarılı olamazsan iyi bir okula gidemezsin ve sonra şöyle olursun sonra böyle olursun nasihatları verilirdi. Beyinlerimize daha o yıllardan öyle bir işlemişki yapmak ve başarmak zorunluluğu olgusu, aslında daha gerçek hayatı bile bilmeden bir hayal peşinde bir inançla o sınavlara çalışırdık.

Tabi bu süreçte hep aynı aldatmaca, az kaldı bu sınavdan sonra artık rahatsın...

Keşke öyle olsaydı, ama hiçbir zaman bu koşuşturmaca bitmedi. Bitmesin de zaten, benim derdim bunlar değil ki!

Bunu takip eden üniversite sınavları, ki hazırlık sürecindeki baskı ve gençlerin ruh hallerini burada yazmak gereksinimi bile duymuyorum.

Bu noktada da benim için asıl önemli olan nokta verilen şu duygu ve düşünce.

Üniversiteyi kazanamazsan hiçbir baltaya sap olamazsın ve tabi askerlik...

Beynimizin bir köşesine, tabi erkekler için, hep şu damga vurulmuştur.
Askerlik, askerlik, askerlik...

Olur ya üniversiteyi kazanamazsak da askere alınırsak?

Üniversiteye gireriz, yavaştan gerçek hayatı görmeye başlarız. Maddi zorluklar, meslek telaşı ve diğerleri.

Üniversite bittiğinde işte o zaman gerçek panik başlar.

Askere mi gitsem, iş mi bulsam, master mı yapsam? Beynimizde hep bunlar olur.

Tabi askerlik yapmadan bulabileceğiniz işler kısıtlıdır, master yapsanız, zamanında mı bitirsem yoksa uzatsam mı planları.

Kısacası hayatımız hep planlar, seçimler, zorluklar ve yarışlar üzerine kuruludur.

Tüm yazdığım süreçlerde yapmak istediğimiz mesleği bile seçme şansımız tam anlamıyla yoktur. Doktor olmak istesem, ÖSS (bizim zamanımızda ÖYS) Türkçe sorularında yeterli doğru cevap veremedim diye kazanamamışımdır. Bilgisayar mühendisliği okumak istesem Biyoloji sorularında başarılı olamadığımdan puanım yetmemiştir.

Şimdi görüyoruz ki, Bilgisayar mühendisi olmak için ne biyoloji gerekir, ne de doktor olmak için Türkçe bilgisi.

Ve işte sonunda geldiğimiz nokta...

Doktor olmak isteyen ve belki de dünyaca ünlü bir beyin cerrahı olabilecek gencimiz, bilgisayar mühendisi olur. Tüm öğrenim hayatı boyunca beynindeki sorulardan, sorunlardan, kaygılardan ve bunun gibi birçok dertten dolayı hiçbir fikir, proje, yaratıcılık örneği gösteremez. Artık tam herşey bitti öğrenim sona erdi, konusunda başarılı bir noktaya geldi, gün yaratma, gün başarma ve yükselme dönemidir derken, hoşgeldin askerlik. Bu sefer acaba kısa dönem mi uzun dönem mi yapıcam. Sıra geldi bunun planlarını yapmaya, kaygılarını yaşamaya.

Bu da biter... Kısa dönem yapmıştır, hayatından 6 ay ona bağışlanmıştır.

Şimdi ne yapacak?

İş mi bulsun, inandığı projelerinin peşinden mi gitsin, yoksa Google gibi bir arama motorunun algoritmasını mı yazsın, Windows ve Linux'e rakip işletim sistemi mi geliştirsin yoksa acaba, ki bu en güzeli, yeni bir fikirle bilgi teknolojileri arenasında yeni bir çığır mı açsın?

Bence önce yaşayabilmek için kendisine iyi bir iş bulsun... Kariyerinde yükselmeye çalışsın ve Amerika'da ve Avrupa'da insanların fikirleri, düşünceleri ile 4-5 yılda milyar dolarlar seviyesinde konuşmaya başlaması ile içi içini yesin.

O bunları yaparkende bizler beyin göçünün sebeplerini araştıralım, Türkiye'de neden AR-GE'ye önem verilmiyorun cevaplarını arayalım ve dünyanın en pratik zekalı insanlarının memleketi olan Türkiye'nin dünyayaya mal olacak ürün ve hizmetleri neden yok diye düşünelim. Ama sadece bunu düşünelim...!

Neden acaba şu anda dünyadaki lider teknoloji odaklı firmalarının hepsinin temelleri, bunların Amerika'lı ve Avrupa'lı sahipleri daha üniversite yıllarındayken atılmış?

Acaba neden?... Düşünmek lazım ama zamanım yok...(!)

Pazartesi, Temmuz 11, 2005

Restaurant'larda müşteriye güven ile pazarlama(?)

Son okuduğum kitap Seth Godin'in "Mor İnek"'iydi. Orjinal adıyla "Purple Cow". Dün gece bitirdim.
"Mor İnek" nedir detaylarına girmiyorum, internet üzerinde biraz araştırma yapan arkadaşlar konuyla ilgili bilgiye kolaylıkla ulaşabilirler.
Seth Godin kimdir derseniz o zaman www.sethgodin.com adresine bakınız.
Pazarlama, yeni fikirler üzerine farklı bir bakış açısına sahip olmak isteyen herkese tavsiye edeceğim bir kitaptır. Okuması kolay ve pazarlamaya bakış açınızı biraz genişletmenizi sağlayabilir. Çok bilmediğimiz konulara parmak basıyor mu? Kesinlikle hayır ama en azından düşünmeye sevk ediyor.
Kitaptan esinlendiğim bir fikri paylaşmak istedim sizlerle. Kaç kişi bu yazıları okur, kaç kişi uygular bilmiyorum ama sesli düşünmek dediğim eylemi buradan yapmak istiyorum.
Bir restaurant düşünün yada cafe-bar. Bir kadeh şarap sipariş ediyorsunuz ve masanıza bir şişe şarap geliyor. Şişe istemediğinizi söylüyorsunuz ve size "Siz istediğiniz kadar alınız" cevabı veriliyor. Sıra hesaba gelince size "Kaç kadeh içtiniz?" diye soruluyor. Verdiğiniz cevap ne olursa olsun sorguya maruz kalmıyorsunuz.
Aynı şekilde kola ve benzeri diğer içecekler içinde masaların yanlarında bulunan premix (isimleri sanırım buydu) makinelerinden kendiniz bardağınızı doldurabiliyorsunuz. Bunlarda da kaç bardak ne içtiğiniz sorgusu yapılmıyor ve size soruluyor.
Nasıl olurdu? Bence güzel olurdu ve kar yapardı. Hemde çok ama çok.

Bu yazıyı okumaya dalıp, "Mor İnek" nedir diye hala araştırma yapmamış olanlar için söylüyorum. İşte bu okuduğunuz örnek, bir "Mor İnek"'tir..

Bakalım bu yakınlarda Türkiye'de bu fikri uygulayan çıkacak mı? Yapan varsa ve benim haberim yoksa lütfen mekanın adını ve adresini bana iletsin.

Cuma, Temmuz 08, 2005

Tıklamasız bir dünya(!)

www.dontclick.it bu soldaki linke tıklarsanız, tıklama olmadan bir web sayfasını gezmek nasıl oluyormuş öğreneceksiniz. Arkadaşlar tıklama olayına fena takmışlar ve tamamen tıklamasız ve bundan bağımsız bir web sitesi tasarlamışlar. Gerçekten çok hoş tavsiye ederim.

Sonunda buna karar verdim

Bir süredir kendi yazdığım sistemlerin dışında global bir BLOG ile çalışmak istiyordum. Düşünüp taşınıp Blogger.com'a karar verdim.

Buraya ne tür yazılar mı yazıcam?
Canım ne isterse, ne konuda yazmak istersem hepsini, herşeyi. Ama hepsinin sonunda amaç hep aynı olacak. Paylaşmak...

Okuyanlara ve okuyacaklara şimdiden teşekkürler.