Cumartesi, Kasım 19, 2005

Çalınmayan cep telefonu(!)

Ülkemizde hırsızlık suçları özellikle son dönemlerde yükseliş gösteriyor. Burada politika yapmak için bu konuyu açmıyorum. Farklı bir noktaya parmak basmak istiyorum.

Cep telefonları sanırım hırsızlık suçlarında en çok çalınan ürünlerdir. (istatistiki bilgi sahibi olmasamda öyle tahmin ediyorum)

Peki neden? Taşınması (aslında çalınması) kolay, tabi bir yerlerde unutulması kolay ve elbetteki birçok modeli iyi para ediyor. İşte konu burada!

Yurtdışında insanlar cep telefonu cihazlarına değil, hatlara para öderler. En azından birçok ülkede bu tarz uygulamaları gördüm diyebilirim.

Hatta yine benim gördüğüm uygulamalardan bazılarında $1 (bir dolar) gibi rakamlara cep telefonu sahibi olabilirsiniz. (bedava verenlerde var tabi...)

GSM operatörlerinin asıl amacı bu ülkelerde hattı satmak olduğu için, cep telefonlarını söylediğim gibi ya ücretsiz yada 1-2 dolar civarlarında rakamlara satarlar. Buna karşılık sizden 12 aylık (bazen 24) bir hat sözleşmesi yapmanızı isterler. (Hiçbirimizin 12 aydan önce hattını değiştirdiğini sanmıyorum.)

Türkiye’ye bu hizmet Telsim özelleştirmesi sonunda eğer Vodafone gibi dünya devlerinden biri sektöre girebilirse, büyük olasılıkla 1-2 yıl içinde gelecektir.

Ne mi demeye çalışıyorum?

Cep telefonu piyasası 1-2 dolarlık bir sektör haline gelirse, ne cep telefonu prestiji diye bir konu kalır, ne de bu cihazların ikinci elleri para eder.

Yani ne olur? Cep telefonu hırsızlığında büyük oranda düşüş gözlenir, çünkü çalıntı bir cep telefonu para etmediği sürece hiçbir hırsızın işine yaramaz.

Çalıntı cep telefonlarının ekranında çalıntı olduğuna dair uyarı mesajı göstermek için gerekli altyapıyı kuramadığı için sistemi devreye sokamayanlar acaba bu tarz bir uygulama deneseler başarı sağlayamazlar mı?

10 saat şarj etmek istemiyorum!

Sizde mutlaka son 2 yıl içinde en az bir kere yeni cep telefonu, telsiz telefon yada herhangi şarjlı ürün satın almışsınızdır. Ve eğer kurallara bağlı kalıp, kullanım klavuzunda söylendiği gibi ürününüzü çalışır duruma getirdiyseniz yine mutlaka en az 10 saat şarj etmişsinizdir.

İşte benim anlayamadığım ve ilgili kişilerden cevap beklediğim konu bu!

2005 yılının sonlarına geldik, teknoloji son sürat ilerliyor, taşınabilir neredeyse her türlü ürün hayatlarımıza girdi.

Peki biz neden hala şarjlı ürünlerimizi çalıştırmadan önce 10 ile 24 saat arası kesintisiz şarj etmek zorundayız?

Bu ürünler şarjları hazır satılamıyorlar mı? Mevcut pil teknolojisi hala bazı kısıtlamalardan dolayı ne zaman dolu ne zaman boş olduğunu anlayamıyor diye mi biz kesintisiz şarj yapıyoruz?

Neden biz bu tarz ürünlerde, hala ürünün parası ödendikten en az 10 saat sonra kullanabilir oluyoruz?

Bilen varsa ve beni de bilgilendirirse çok sevinirim.

İletişim için bu link kullanabilirsiniz.

Haydi Technorati.com'a...!

Türkiye'de blog kullanımının hala çok gelişmiş olduğunu söyleyemem. Buna karşın son derece aktif blogger'lar olduğunu da çok iyi biliyorum. Ancak Technorati gibi blog dünyasının nabzını tutan bir sitede hala tag'ler arasında yeterince Türkçe kelime göremiyorum. Bu sebeple herkesi Technorati'ye hesap açmaya ve blog'larını bu siteye tanıtmaya davet ediyorum.

Çok kısa bir üyelikten sonra artık sizin de blog sayfanız ile birlikte tag'leriniz (anahtar kelimeeriniz) bu sayfada yer alabilir olacaktır.

En önemlisi belirli bir sayıda aynı tag'e sahip site üye olursa, bu tag'ler listelenir hale geliyorlar. İşte benim başarmak istediğimde, bu listelenen tag'ler arasında Türkçe kelimeleri görebilmek.

Haydi Technorati.com'a Türkçe tag ekleyelim.

Sigara öldürür...! (Komplo teorisi)

Dünya barışına engel olan, ve tüm savaşları başlatan sebebin ne olduğu ortaya çıktı.
İşin şakası bir tarafa, bu linke tıklayıp sigaranın zararları hakkında çok güzel ve bir o kadar da eğlenceli animasyona ulaşabilirsiniz.

Kardeşime (Deniz Kutsal) bu linki benimle paylaştığı için teşekkürler.

Cuma, Kasım 18, 2005

Dijital dünyada, duygusallaşıyor muyuz?

Dikkatimi ne çekti biliyor musunuz? Herkes konuşmak, fikirlerini söylemek ve paylaşmak istiyor. Ayrıca bu eğilim tüm dünyada aynı şekilde ilerliyor.

Sadece ülkemizdeki medyayı düşünmeyin, tüm dünyayı göz önünde bulundurun. Nasıl olsa ülkemizdeki medyanın yönü aşağı yukarı dünyayla daha doğrusu Amerika ile aynı yönde değişiyor.

Medya dediğimizde zaten aklımıza ilk televizyonlar geliyor, o zaman birlikte bu kültüre yoğunlaşalım.

Diziler ve yarışmalar... Hepsinin asıl hedefi reyting, ve yüksek rakamları nelerin aldığını hepimiz biliyoruz. Peki ne oluyor? İnsanlar bir kutuya odaklanıp, bir süre hipnotize oluyorlar. Bu süre içinde kilitlenmiş şekilde kendilerine sunulan, verilen herneyse onu izliyorlar. Belki o anda seyrettikleri programa etkide bulunabilmek, olayın içinde olmak istiyorlar.

Peki ne yapıyorlar? Televizyon karşısında yapmak istedikleri eylemi, söylemek istediklerini, yorumlarını, ya programlara telefon ederek, yada dışarıda arkadaşları ile konuşarak gerçekleştiriyorlar. Biraz daha teknolojiye yakın olanlar web sayfaları açıyorlar ve etki etmek isteyip başaramadıkları konuları bu yöntemle paylaşıyorlar.

İnsanlar konuşmak istiyorlar, insanlar fikirlerini söylemek, paylaşmak istiyorlar.

En önemlisi insanlar önemsenmek istiyorlar, bilgilerine danışılsın istiyorlar.

Bu kadar hareketin olduğu dünyalarında, birileri onların varlığını hissetsin istiyorlar.

Acaba hayat dijitalleşirken, biz duygusallaşıyor muyuz?

Perşembe, Kasım 17, 2005

Aramayı bırak, bir bilene sor!

Yeni bir ürün satın almak istediğinizde ne yapıyorsunuz? Soruyu çok açık uçlu sorduğumun farkındayım. Demek istediğim yeni bir ürünü bir yerlerde gördünüz veya duydunuz, satın almadan önce araştırma yapıyor musunuz? Bu araştırmanızda interneti kullanıyor musunuz?

Lafı fazla uzatmadan konuyu getirmek istediğim yerde frene basıyorum.
Amerika'da insanların birçoğu yeni bir ürünü satın almadan önce Google'da ürünü sorguluyorlarmış. Açıkcası benimde sıklıkla başvurduğum bir yöntemdir ama bunun yanında hepsiburada.com, ideefixe.com gibi sitelerde de yorumları okumak yolunu seçerim.

Yine bir ilginç saptama da, bu araştırmayı Google'da yapanların büyük çoğunluğu kararını bu noktadan sonra vermiyorlarmış.

Ortalama 3 saat zaman harcayıp, bir sürü anahtar kelime denedikten ve ilgilendikleri ürünü satan web sitelerinin yanında, rakiplerininkini de inceledikten sonra, bu ürünü yada rakibini satın alanların yorumlarını okuyup kararlarını veriyorlarmış. Bu noktada da genelde eBay gibi sitelerdeki yorumları dikkate alıyorlarmış.

Yani Google'a arama konusunda sonuna kadar güvenip, başlangıcı onunla yapıp, kararı yine tecrübeden gelen cevaplara göre veriyorlarmış.

Web 2.0 ... yani paylaşım ... yani topluluklar ... yani yeni web düzeni ... yani yeni web kültürü ...

Değişim başladı, değişim sürüyor...

Türkiye'deki fırsatları değerlendirmek için hala çok erken...